Fahri Şahin


Sermayeyi Kediye Yüklemek

Zorlu ve önemli işleri hiçbir şekilde başaramayacak insanlara vermeyi çok güzel tarif ediyor.


Kandan korkanların doktorluk yapması, yüksekten korkanların pilot olması, ikinciye soru sorulduğunda kızanların öğretmen olması, çalışanların nabzını tutamayanların yönetici olması, okumayı ve araştırmayı sevmeyenlerin imam olması, matematiği sevmeyenlerin muhasebeci olması gibi yani. Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Tıpkı ata sözünde ifade edildiği gibi Ata et, ite ot verme mantıksızlığı içinde olmayı çok güzel özetliyor. Gelin önce kendimize sonra da çevremize şu basit soruyu soralım: Neden doktor oldun? Ya da Neden öğretmen oldun? Veya herhangi bir meslek için: Niçin bu mesleği seçtin? Eminim alacağımız cevaplar karşısında oldukça şaşıracağız. Aslında şaşıracak bir şey yok. Yamuk bir ağacın gölgesi de yamuk olacaktır. Davranış ve yetenek odaklı değil, ama sadece ve sadece sınav odaklı bir eğitim çarkından neyin çıkmasını bekliyorduk ki? Öğrenci anlatıyor: “Artık sekizinci sınıf olduk. LGS sınavına hazırlanıyoruz. Öğretmenlerimiz bize bu yıl yemeniz, içmeniz, hayatınız her şeyiniz sınav, sınav, sınav diyorlar. Adap ve Görgü Kuralları seçmeli dersine matematik öğretmenimiz giriyor. Derste sadece test çözüyoruz. Kültür ve Medeniyet diye diğer bir seçmeli dersimize fen bilgisi öğretmenimiz giriyor, sadece test çözüyoruz. İlçe yöneticisi ortaokul müdürlerini topluyor ve okul başarılarını değerlendiriyor. Kriter nedir peki? LGS sınavında kaç öğrenci Fen lisesini, kaç öğrenci nitelikli Anadolu lisesini kazandı? Peki velilerin bakış açısı farklı mı? Maalesef değil. Kimsenin davranış, yetenek, sosyal değerler umurunda değil (Duyarlı olanları hariç tutuyorum). Peki bu eğitim çarkından yüksek karakterli, sosyal ilişkileri güçlü, milli ve manevi bakımdan donanımlı, mesleğine aşık insanlar çıkar mı? Çıkmaz. Zaten çıkmıyor da. Örneğin hekim yaptığı işten yılgın, hasta yakını teknisyen sevmediği iş yerinden zor bela izin alarak çocuğunu doktora getirmiş, sonra olanlar oluyor tabi… Gazete manşeti atıyor. “Hasta Yakını Hastanede Dehşet Saçtı” Diğer bir açmazımız “Hava atma hastalığı”. Kendimizi yükseklerde görme ya da gösterme arzusu. Bazen kıyafetle, bazen yapıp ettiklerimizi, alıp kullandıklarımızı mutlaka sosyal medyaya koyarak “Bak ben bunu yaptım, buraları gezdim, bunları aldım, bizim çocuk fen lisesini kazandı, vb” yayma arzusu. İyi de bizim bu yapıp ettiklerimiz başkaları için niye önemli olsun ki? Ya da sordular mı? Benim endişem bu çark böyle dönmeye devam ederse sorgulayan bireyler de kalmayacak. “Öğretmenim bu niye böyle?” “Otur yerine! Şimdi bunun sırası değil, önündeki testini çöz…” Tüm olumsuzlukları arka arkaya dizip sonucunu olumlu beklemek nasıl bir mantık yürütmedir? Hepimizin kendisini sorgulaması gerekmiyor mu? Artık hepimiz buna bir dur demeliyiz. Hayatın kendisi yaptığımız hataları bir bir yüzümüze çarpıyor. Ancak hataların nereden kaynaklandığını araştırmak, sorgulamak, çözüm önerileri geliştirmek ve uygun teknikleri kullanarak çözmek tam bir beceri gerektiriyor. Bu beceri yoksa, tüm yapılanlar örneğin “Sağlıkta Şiddete Hayır” sloganının ya da alınan hukuki ve polisiye tedbirlerin ötesine geçemez. Çünkü sorun eğitim sisteminin ürettiği insan profilinde. Bu her konuda ve her sektörde böyle. Ameliyat gerektiren yaralar pansumanla iyileşmez. Artık sermayeyi kediye yüklemek zorunda kalmayacağımız ve köklü bir eğitim sistemi değişikliğine gideceğimiz o güzel ve mutlu günlere beraberce el ele.